muradsultan87 @ gmail.com

 بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

BİR MİLLETİN KÜLTÜREL MİRASI VE MANEVİ DEĞERLERİ

 

Bir toplumun veya bir ırkın yok olması için tarihe kavuşarak mazide kalması için, o toplumu soykırıma uğratmaya veya modern silah kullanarak imha etmeye gerek yoktur. O toplumun elinden tarihini, öz dilini, kültürel miras ve manevi değerlerini almanız yeterlidir.

Edebiyatçı yazar Peyami Safa, Eğitim, Gençlik, Üniversite isimli kitabında bu konuyu şöyle dile getirir:“Bir milleti yok etmek isterseniz askerî istilâya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla mânevî değerlerini, ahlâkını soysuzlaştırmak kâfîdir.”

Genelde geçmişine tarih ve manevi değerlerine sımsıkı sarılmış olan milletler asaleti ve hâkimiyeti temsil ederler, mücadeleci yüksek ruha sahip olup mağlubiyeti asla kabul etmezler ve bu durum; toplum bireylerin ne kadar tarih bilgisine ve manevi değerlere sahip olduğu ile bağlantılıdır.

Şüphesiz ki tarihimiz, kültürel miras ve mukaddesatımız her yönü ile önem arz etmektedir, fakat bu durumla beraber sosyoloji yönden de önemli etken olarak bilinen birlik ve beraberliğinde korunması vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Şu beyitte ifade ettiği gibi: “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez”.(Mehmet Akif Ersoy)

Peki, günümüzde bir ulus adına böyle korkunç ve küresel tehlikeyi önlemek için bir milletin hangi özelliklere sahip olması gerekir?

İlk önce toplumun her sınıf insanına ve özellikle genç nesillerine tarih bilgisi, mukaddesat ve kültürel değerlerine olan ilgisi artırılması lazım. Çünkü bir toplumun fertlerini bir birine bağlayan ve bir arada tutan bağ, o toplumun manevi değerlerdir. Hatta günümüzde dayatılan modern çağın araçları ile hızla yayılan iletişim ve sosyal medyanın etkisi ile küresel yozlaştırılma projesine gelince nasıl milletlerin ve uygarlıkların öz kültür, hars ve aidiyetlerinden, kendi gerçek özelliklerinden uzaklaştırılması, değerlerinden ve tarihinden vazgeçtirilmesini görmekteyiz ve bunun için herhangi bir silah, zorlama veya askeri istilayı kullanılmadan yapıldığına şahitlik etmekteyiz. Bu durumu şu sözlerle özetleyebiliriz:

Bir milleti bir kez yenmek istiyorsan onunla savaş. Sürekli yenmek istiyorsan onu kendi tarihi önünde küçük düşür.” (Prof. Dr İhsan Fazlıoğlu.)

Antakyalı bir papazın günlüğündeki yazıda şunlara yer vermiş olması dikkat çekecidir: “Türklerden kurtulmanın yolu Türkleri kesin olarak yenmektir.” sözü, Hristiyan mezhep yorumcusu olan Postell’in “Türkler ayıktır, onları bizim gibi olmaları için önce ikna edeceğiz, olmazsa icbar edeceğiz, bu da olmaz ise ifna (yok) edeceğiz” sözü, Goethe’nin “Türkler İslamsızlaştırılmalı çünkü Türkler İslam’ı kendi üzerinde eriten (yaşayan) bir toplumdur.” (Prof.Dr İhsan Fazlıoğlu.)

Velhasıl-ı kelam kendi Müslüman kimliğimize, milli ve manevi değerlerimize sarılır, kardeşlik bağlarını canlandırır, mukaddes din ve değerlerimizi koruyarak yaşarsak işte o zaman emperyalizm ve kapitalizmin hücum ederek tahakküm bulduğu, yozlaştırılmış kendi tarihinden, maddi ve manevi değerlerinden koparılarak köleleştirilmiş toplumlar için; bu haklı mücadelede ilham kaynağı olabiliriz.

Aslında bu değerleri idrak ederek anlamayı, birlik ve beraberlik içinde kardeşlik hukuku gözeterek yaşamayı ve ‘birlikten güç doğar’ ilkesini adeta bizlere şiar ettirerek bu hakikati öğreten Müessese İslamdır. Rabbimiz bize bunu şöyle açıklamaktadır: Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.(Al-i İmran Suresi, 103)

 

İşte ecdadımız da bu ruh ve bu heyecanla, sahip oldukları değer ve mukaddesatına dayanarak nice devletler kurdu, sonuncusu olan Devlet-i Aliye-yi Osmaniye, dünyanın dörtte üçüne sahip olup, yeryüzünde yaklaşık 650 sene hüküm sürdüler. Böyle şerefli bir tarih ve üstün ahlakı ile zulüm ve adaletsizlikten uzak, düşmanlarının bile takdirlerine şayan olan bir Medeniyetle dünyayı ihya etmişlerdir.

Evet, Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Gazi ve kendisi ile başlayan bu kutlu sefer ve yüce davanın gelecek nesillere ilham kaynağı olacak, heyecan, irade ve yüksek manevi ruhla ufuklara doğru açılmalarına vesile olacak ve öz geçmişlerini her seferinde canlı tutacak o manâ dolu sözlerine hatırlayalım:

“Osman Ertuğrul oğlusun

Oğuz Karahan neslisin

Hakk'ın bir kemter kulusun

İslambol'u aç gülzar yap…” (Şiirin Sultanları adlı eserden)

Günümüzde böyle niteliklere sahip olan, toplum ve milletten bahsedecek olursak; yaklaşık 75 sene önce siyasal, ulusal ve dinsel nedenlerden dolayı kendi yurtlarından sürgün edilerek soyca yok edilmeye çalışılan bir milletin yegane kaderini örnek göstere biliriz.

Evet, yukarda bir toplumu yok etme adına, ana faktörlerin neler olabileceğini ve toplum üzerinde ki tesir ve etkisi hakkında açıklamalar getirmiştik; şimdi ise bu toplumun başına gelen talihsiz olayı inceleyecek olursak, o zaman göreceğiz ki bu toplumun sadece bu etkenlere maruz kalmayıp bir de, üzerine sürgün eklenmiş, oldu ki Sürgün insan fıtratı için idamdan sonra gelen en ağır cezalardan biridir.

Bir asra yakın bir süredir sürgüne maruz kalan, geçmişinden, topraklarından, zorla kopartılmış olan Ahıskalı Türkler, Osmanlı kimliği altında yaşayan ve Osmanlı Eyaleti olan Ahıska toprakları, bugün coğrafî konumu olarak: Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ve Posof ili ile sınır teşkil eden ve Gürcistan sınırları içerisinde bulunan Ahıska. 1944’te Sovyet lideri Stalin emriyle sınır güvenliğini tehdit ettikleri gerekçesiyle Orta Asya’ya ve Sibirya’ya sürgün edilen Ahıska Türkleri, bugün 9-10 ülkede yaşamaktadırlar.

Bu sürgünden sonra, 75 yıla aşkın bir süredir dünyanın muhtelif ülkelerinde yaşamaktadırlar daha doğrusunu yaşam mücadelesi vermektedirler. Zira o günden bu yana bulundukları muhtelif ülkelerin, yasal şartları gereği altında; Ahıskalı Türkler ne kendi kültürünü özgürce yaşayabiliyorlar ne de kendi dilinde yani Türkçede eğitim alabiliyorlar. Farklı milletler, farklı ırklar içerisinde toprak ve tarihinden kopmuş bir millet, buna rağmen ne etnik kimliklerini ne kültürel mirasını ne de mukaddes değerlerini kaybetmişlerdir.Tam tersi, bulundukları yerlerde varlıklarını ve haklı mücadelelerini vazgeçmeden günümüze kadar sürdürmektedirler. Onları gidip bulundukları bölgelerde ziyaret eden araştırmacı, akademisiyken veya farklı nedenlerden dolayı onlarla tanışma fırsatı bulan kesimler, onlar hakkında ne kadar azimli mücadeleci, milli ve manevi ruha sahip olduklarında bahsetmektedirler. Çünkü Ahıskalılar kaderlerine küs değiller, zira kaderin üstünde bir kaderin var olduğuna iman etmiştirler.

Evet, Ahıskalı Türkler çok çalışkan, dürüst ve aynı zamanda çilekeş insanlardır, yaşadıkları çeşitli ülkelerin yöneticileri ve kamuoyu tarafından bu özelliklerinden dolayı her zaman takdire şayan olmuşlardır. Yaşadıkları hangi ülke olursa olsun hangi il, ilçe veya kırsal kesim olursa olsun; Kararlı, Azimli, Çalışkan örgütsel performansları ile bulundukları ülkenin ekonomi kalkınmasında ve gelişmesine katkı sağlamışlardır bu nedenle toplum tarafından övülmeye layık görülmüşlerdir.

Sosyoloji yönden diğer önem arzeden meselelerden biri de, bu zamana kadar yaşamakta oldukları ülkelerde, hiçbir zaman yasadışı eylemlerden, herhangi bir safı desteklemekten, yasadışı örgütlerin propagandasını yapmaktan veya mensup oldukları ülkeye karşı komplolarından dolayı, sabıka kayıtlarına rastlamak mümkün değildir. Çünkü bu necip milletin kimse ile bir davası yoktur.

Ahıskalı Türklerin hayatta ki misyonu çalışmak, üretmek bulundukları ülkeye faydalı olmak o ülkenin refah ve geleceğine katkı sağlamaktır ve o ülkelerin en başında gelen ana vatanları olan Türkiye Cumhuriyetidir. Çünkü Ahıskalı Türkler kendi kaderlerinde şunu öğrenmişlerdir; vatanı olmayanın dünyası zindandır, Ahıskalı Türklerin kaderi de bunun yegâne ibretlik örneğidir.

Bundan dolayı Ahıskalı Türkler tüm performans ve en iç duyguları ile ana Vatanları olan Türkiye Cumhuriyetine hizmet etmek ve faydalı olmayı kendilerine bir görev bir şiar edinmişlerdir. Kim bu Cennet vatanın uğruna olmaz ki veda? diyerek, seve-seve her alanda bu ülkenin kalkınması ve ilerlemesi için hizmet vermeye cesur ve çalışkan bireyleri ile hazır olduklarını defalarca dile getirdiklerini belirtmek isteriz. Çünkü Ahıskalı Türklerin gönül verip hizmet edecekleri başka bir ülke yoktur.

velhamdülillahi rabbil alemin.