azadzanavli @ hotmail.com

Şiire geçmeden önce şâir ve şiir hakkında kısa da olsa bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. “Bir şeyi inceliklerini kavrayarak bilmek, sezerek vâkıf olmak; uyumlu, ölçülü ve âhenkli söz söylemek” anlamlarını ihtivâ eden şiir, Arapça “şa-a-ra” fiilinden “his, duygu ve düşünce” yani “şâirin hissiyatını dışa vurması” gibi kabul edenlerle beraber, “İbrânîce ‘Şîr’ ile (şarkı, güfte, kaside, mûsiki, marş) ilişkili olduğunu kabul edenler de” vardır.

Bütün bunlarla beraber şiir bilgiyle tezyin edildiği zaman değere biner yani değer kazanır. Değer kazanan bir şiir ise; yıllar, asırlar geçse dahi şâiriyle beraber gönüllerde yaşamaya devam eder. Nitekim “Nazar manzarayı doğurur” diyerek olayları farklı açıdan irdeleyen Prof. Dr. İhsan FAZLIOĞLU, “Fuzuli Ne Demek İstedi” isimli eserinde Fuzûli’nin; “Işık imiş her ne var Âlem’de / İlim bir kîl-u kâl imiş ancak” beytini incelemeden önce yine Fuzûli’nin konuyla ilgili şu cümlesiyle giriş yapar: “Çünkü (zîra ki) bilgisiz şiir, temeli olmayan duvar gibidir; temelsiz duvar da değersizdir.” Her ne kadar bu mihverde yazılan şiirler (özellikle de Dîvân şiirleri) bugün pek fazla muhâtab bulmasa da Üstad Necip Fâzıl KISAKÜREK gelecekten ümitvâr olmamızı tembihler mâhiyette şöyle der:

“Bir gün anlaşılır şiir / Çoğu gitti azı kaldı

Ekmek gibi azizleşir / Çogu gitti azı kaldı..”

Bütün bunlarla beraber şiir âhenkli söz alması hasebiyle her zaman zarfında toplum tarafından hüsn-ü kabul görmüştür. Cahiliye Araplarda en zirve noktasını yakalamış olmasına rağmen, daha sonra ki dönemde de muhâtab kitlesini muhâfaza etmiştir. Bu münasebetle Hz. Nebî’ye “Na’tlar, Kaside ve Medhiyeler” şiirle daha veciz bir şekilde ifade edilmiştir.  Bu mânâda Hz. Peygamber’in şâiri Hassan bin Sâbit: “Ve mâ medahtü Muhammeden bi makaleti, / Ve lakin medahtü makaleti bi Muhammedin.” Yani; “Ben şiirlerimle Hz. Muhammed’i övmüyorum, övemem de, Bilakis, Hz. Muhammed ile şiirlerimi methedip, güzelleştiriyorum” diyerek Allah Resulünü en güzel şekliyle medhederek Mevlid-i Şerif (Vesîletü’n - Necât yani Kurtuluşun Yolu/Vesilesi) yazarı Süleyman Çelebiye de bir ilham kaynağı olmuştur. 

Âşık, ozan ve şâirler yurdu olarak da bilinen “Atabek Yurduna” geldiğimizde ise burada da âşıkların kısm-i âzamının şiirlerinin kaynağı yine din-i mubîn menşelidir. XVI. Asırda Bölgenin tamamen İslam’la müşerref olmasıyla beraber şairler de şiirlerini dini motiflerle tezyin etmede birbirleriyle âdeta yarış içerisinde olmuşlardır. Tabii bunda eşine ender rastlanır “Ahmediye Medresesi/Külliyesi”nin de büyük etkisi olmuştur. (Bkz: NİYAZOV, Ahmed, “Ahıska Ahmediye Kütüphanesi,” http://dergipark.gov.tr/download/article-file/294869.) Zîra bu özelliklerinden olsa gerek ki bazı “Dini Bilgiler” daha kalıcı olması açısından Yunus EMRE misali ve dahi “Kur’an’dan alarak ilhâmı” mucibince şiirle/nazmen halka anlatılmıştır.

1944 Sürgünü sonrası kapalı bir topluk şeklinde yaşayan Ahıskalı Türkler, kendilerine tevârüs eden bu geleneği gittikleri her Ülke’de devam ettirmişlerdir. Ahıskalı dedelerle sürekli irtibatta olanlar illa ki tasvip edeceklerdir. Bugün hâlâ zihinlerde canlılığını koruyanlardan (ama ne yazık ki; tekrar edilmediği için unutulmaya yüz tutmaktadır) birkaç misal verecek olursak şöyle devam edebiliriz:

“Sabah namazı dar (zamanı kısa) namazdır,

Çeyil-cümri (gençler) ağnamazdır…

Etten camii, sudan kıble,

Kim kıldı orada namazı?..” (Hz. Yunus.)

Diğeri ise:

Yattım sağıma, / Döndüm soluma…

Sığındım Sübhanıma, Melâike şâhid olsun, Dinime, imanına…” diye devam eden uyku öncesi şiir şeklinde bir duâ.

Şunu da ifade edelim ki; bu gibi duâ şekillerine diğer Türk topluluklarında da rastlamamız mümkündür. Ne de olsa hepsi aynı membâdan metâlanmışlardır. Muhtemeldir ki çocukların “Dini Bilgileri” küçük yaştan (zîrâ Devlet-i Âliyye’de çocuklar 4 yaş, 4 ay, 4 gün [444] olduğu zaman rahle başına oturtturulurlar) öğrenmeleri kolay olsun diye bu yol takip edilmiştir. Mezkûr misalleri çoğaltmamız mümkündür elbet. Yalnız burada yazımız maksadını aşmasın diye meraklılar için kaynak göstermekle yetineceğiz. (Daha geniş bilgi için bkz: HACILI, Asif, Geribem Bu Vetende-Ahıska Türklerinin Etnik Medeniyyeti, 1. Baskı, Bakı Gençlik 1992; HACILI, Asif; POLADOĞLU, Aydın, Ahıska Türk Folkloru, 1. Baskı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 2001: DADAYEV, “Ondan Arda Kalanlar,” http://www.ajansahiska.com/makale/ondan-arda-kalanlar_m50.html)

Bugün ise bu anlatım şeklini Milli şâirimiz Mircevad AHISKALI başta olmakla yetiştirdiği bazı öğrencilerinin şiirlerinde görmemiz mümkündür. Ki, bu geleneğin yaşaması ve dahi gelecek nesillerce de benimsenmesi açısından takdire şâyândır. Konumuza misal teşkil etmesi açısından Mircevad AHISKALI hocamızın “ALLAH’IN SIFATLARI” başlıklı şiirinin giriş bölümünü vermek isteriz:

“Hayırlı her işin başı bismillah,

Sıfatları ile tanınır ilah…

Menzil bilinmezse nasıl gidesin?

Tanımadan kime şükür edesin?

Bilmeden Rabbini nasıl sevesin?

Nasıl methedesin, nasıl övesin?

Sevmek için ara, bul yaratanı,

Övmek için ara, Rabbini tanı!

Kur’an haber verir, oku ayeti,

Yalvar Allah’ına, bul hidayeti…”

Biz de, bütün bunlardan mülhem “câhil cesur olur” fehvâsınca ve dahi sadaka-yı câriye olur umuduyla ŞİİRLE ‘ELİFBA’ ÖĞRENİMİ” başlıklı bir “deneme” gayreti içerisinde olduk. Bu işin Üstâdlarının affına sığınarak sizlerle de paylaşmaktan memnuniyet duyarız.

                                                          Ey Âdemoğlu, okur isen bunu!

                                                         Unutma dua da, Hakkın kulunu!..

Elif ile başlar ismin ay Allah!

Zikrin tâcı Lâilaha illallah.

Be ile besmele çekeriz her gün!

Engellemez aşkı, olsam bin sürgün.

Te ile alırız tadını zikrin,

Zikir ile olsun her dâim fikrin…

Se ile anarız seni senâyla,

Zikirle inleriz arş-u semâyla… 

Cim ile cemâlin biliriz senin,

Ana rahminde de zikreder cenîn…

Ha ile Hâkimsin bütün Cihân’a,

Dünya, âhiret ve dahi Cinân’a…

Ha ile Hâlıksın, biliriz ya Rab!

Zikrinle diriyiz, diriyiz ya Rab!..

Dal ile dâima analım seni,

Biliriz bu Dünya; denîdir, denî…

Zel ile biliriz seni zü’l Celâl,

Olmayız her hâle elbet pürmelâl…

Ra ile râzıyız rızâna yâ Hâk,

Çıkartma fikirde bizleri nâhak…

Ze ile zâtını biliriz her an,

İsmi şerifindir her hâle derman…

Sin ile sınarsın bâzen kulunu,

Delaleti, gösterirsin yolunu…

Şin ile şükreder ol kul her dâim,

Şükür ile kâim olan, olamaz dâllîn…

Sad ile sun’ ettin benî Âdemi,

Âdemle müzeyyen kıldın âlemi…

Dad ile dalâletten eyle beri,

Delâlet içre kıl, eyle sen peri…

ile “Tâun”dan et bizi uzak,

Taun ki; en feci tuzaktır, tuzak…

ile zulmete eyleme düçâr,

Aydınlık ver bize, bırakma bîçâr…

Ayın’la ulviyet isteriz senden,

Nâçar bırakmaz, unutmazsın benden…

Ğayın ile bizi, eyle mağfiret,

Bu hâl içre bizi, mahşerde haşret!..

Fe ile dileriz ya Rab felâhın!

Duyarız her gün “hayye ale’l felâh”ın…

Kaf ile kudretin dileriz dâim,

Eyleme dünya’da bizleri zâlim…

Kef ile kelâmın okuruz her an,

 Bu hâl üzere kıl, durdukça zaman…

Lam ile “lem’â”yı görenlerden et!

Zulmette bırakma; erenlerden et!..

Mim ile her bir hal, bizlere mâlum,

Aman halimizi, etme nâmalum…

Nûn ile “kalemle” sen koydun kânun,

Kanuna uymayan, hep oldu Kârun…

He ile hazırız gelene senden,

Bu şiiri yazdı âciz bir benden…

Vav ile varlığı korusun her dem,

Var oldukça dünya’da benî Âdem…

Ya ile yazdı, bunu Zanavî,

Her şeyi değildir, elbette hâvi…

Elif’le başladı, bitti “ya” ile…

Bir şey yazdım deme sen hayâ eyle!..