azadzanavli @ hotmail.com

GİRİŞ

Ahıska dediğimizde ilk olarak aklımıza sürgünün gelmesi, 78 yıldır hâlâ sürgün hayatı yaşayan bir halk için gayet normal olabilir. Buna rağmen Türk menşeli Ahıskalılar, Türklüğün yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde bile Türklüklerinden asla tâviz vermemiş, Eski Sovyetler Birliğinde “Türk” olarak bilinen tek topluluk olmuştur. Nitekim Sovyetler Birliğinde Müslüman Türk soylu halklar arasında sadece Ahıskalı Türklerin pasaportlarının milliyet hanesine “Türk” ibaresi yazıldığı, diğerleri ise Türkmen, Azerbaycanlı, Özbek, Kazak, Kırgız adı altında farklı bir etnik köken gibi gösterilerek yok edilmeye çalışıldığı bilinen bir husustur. Lâkin bunun bedelini “sürgün, kıyım, kırım, soykırım” gibi tarifi imkânsız ağır cezalarla ödemek zorunda kalınması ise kaderin bir başka cilvesi olsa gerek. Bütün bunlara rağmen Ahıskalı aydın Ömer Fâik Numanzâde misali, sonu ölüm bile olsa yine “doğru bilinen dâvâdan” asla vazgeçilmemiştir.

Açıkça ifade edecek olursak bunlar herkes tarafından böyle bilinen gerçeklerdir. Eski ifadeyle diyecek olursak yani “ma’lûmun i’lâmı”ndan başka bir şey değildir. Hatta daha da ötesi; 14 Kasım 1944 Büyük Sürgün sonrasında Ahıskalılar, târihî topraklarını ifade etmek için başına bir “Ahıska” sıfatı koyarak, kendilerini “Ahıskalı Türkler” diye tavsîf etmişlerdir. Netice itibariyle “Ahıskalı Türk” ibaresi aslına bakarsanız bir mücadelenin yani yıllarca devam edegelen “vatana dönüş” mücadelesinin ismi olmuştur. Oysaki Kafkas Elleri’nde yaşayan Türkler, kendilerini sadece “Türk” diye niteledikleri bilinen bir gerçektir. Konuyla ilgili daha geniş bilgi, 1928’de Yusuf Akçura tarafından Türk Yılı 1928 adıyla neşredilen ve bu yıllıkta Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusu Mehmed Emin Resulzade’nin “Kafkasya Türkleri” ismini taşıyan incelemesinde yer almaktadır. Makale’de Ahıskalılar da “Gürcistan sınırları içerisinde yaşayan Türkler” anlamında, diğer Tükler ile birlikte “Gürcistan Türkleri” başlığı altında yer almaktadır. Bu da Gürcü (Kartvel) araştırmacılarının “Mesh (Gürcü asıllı)” tezine kısmen de olsa cevap niteliğindedir.

Bütün bunlara rağmen Gürcü (Kartvel) tezi, Ahıskalı Türkleri “Mesh” yani “Osmanlı Dönemi”nde İslâmlaşmış “Gürcü Müslümanları” olarak nitelemektedir. Bu tezi savunanlar, “Meshetler Gürcülerdir” hülyâsıyla “Meshet Türkü” tabirini dahi kesin bir şekilde reddetmektedir. Zira onlara göre “Meshetya’da Türk varlığı söz konusu değildir. Buradan yani Meshetya’dan 14 Kasım 1944’de sürgün olunanlar da, kazâra (!) sürülen Gürcülerdir”. Kısaca ifade edecek olursak sürgün, bazı araştırmacılarımızın da ifade ettiği gibi “hukukî bir mes’ele, hukukî bir problemdir”. Dolayısıyla vatana geri dönüş için “ırkî mensubiyet” söz konusu olmamalıdır. Buna rağmen Gürcü yönetimi “Ahıskalı Türklerin” geri dönmesi için, ideolojik tezler ileri sürerek “kimliklerini yok saymalarını” onlardan istemektedir. Irkçılık gibi algılanmasın ama bu mânada bir Türk’ten canını istemek daha kolaydır. Bunu düşmanlarımız dahi böyle beyân etmiştir. Şunu da ifade edelim ki; burada “Türk” derken, ırkî bir anlamdan ziyade “bu kültürün insanı” kastedilmektedir. Zira “Türkler böyledir, Türk’ün sözü senettir” diyen batılıların beyânı üzerine sarf edilmiş bir yargıdır.

Bütün bunları şunun için belirttik. 14 Kasım 1944’de Ahıska’dan sürgün edilen bir halk var ama “Türk mü, Gürcü mü?” diye bu konuda zihin karışıklığı kısmen de olsa hâlâ devam etmektedir. Sosyal medya tarandığında meselenin nereye sürüklendiğini görmek mümkündür. Yani konu hakkında kesin bir mutabakat sağlanmış değildir. Bu konuyu kısmen aydınlatmak için toplumda kullanılan “kelimeler” bize ışık tutmaktadır. Ayrıca şunu da ifade edelim ki, bir milletin “soy kökünün hangi boya” dayandığını ispatlayan faktörlerden birisi de “dil” faktörüdür. Dolayısıyla “dil” ve “dilde kullanılan kelimeler ve anlamları” toplum hakkında araştırmacılara bir takım fikir vermekte ve aynı zamanda o toplumun geçmişine kısmen de olsa ışık tutmaktadır.

Öte yandan Kafkasya halklarından birini teşkil eden Ahıskalı Türklerin tarihinde “Kıpçaklar” ve “Kıpçaklı Atabegler” görmezden gelindiği için Ahıska bölgesinin tarihi farklı yorumlara tâbi tutulmuştur. Kafkasya tarihinde Kıpçakların oynadığı rol bilinmekle birlikte, Ahıskalı Türklerin tarihiyle diğer Kafkasya halkları tarihinin de benzerlik teşkil ettiği görülmektedir. Bölgede hem milattan önce hem de milattan sonraki tarihlerde diğer Türk boylarıyla birlikte daha çok Buntürk/Kıpçakların varlığını dikkate alırsak bölge halkının çoğunlukla Kıpçaklardan müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır.

Bilinen bir gerçektir ki, başta diğer Kafkas halkları olmak üzere özellikle Azerbaycan şivesinde olduğu gibi, Ahıska şivesinin/ağzının teşekkülünde de Oğuz-Kıpçak boyu dillerinin önemli rolü olmuştur. Bu kapsamda Kafkas halklarından “Kumuk Türkleri” için de aynı görüş söz konusudur. Zira Kumukların menşei hakkında da Ahıskalılarda olduğu gibi iki görüş ileri sürülmektedir. Birinci görüş Kumukları Kıpçak Türklerinden olduğunu kabul etse de, ikinci görüşe göre Kumuklar, Moğol istilası sonrasında Kıpçak ve Oğuz gibi kudretli iki öz Türk halkın karışımından ortaya çıkmış bir “Türk” topluluğudur. Kumukların yaşam tarzı ve dil özellikleri daha çok Kıpçak Türklerini çağrıştırmaktadır. Ahıskalılar için de aynı şeyin söz konusu olabileceği kanaatindeyiz. Ahıskalı Türklerin de Kıpçak ağırlıklı Oğuz-Kıpçak karışımı “Türk” topluluğu olduğu anlaşılmaktadır.

Meşhur tarihçi, sosyolog ve devlet adamı İbn Haldûn; “devletler de aynen insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür” diyerek, tıpkı insan gibi başlangıcı olan her şeyin er veya geç muhakkak son bulacağına işaret etmektedir. Kanaatimizce İbn Haldûn’un bu nazariyesini dilde kullanılan “kelimeler” için de söylememiz doğru bir yargı olur. Zira kelimeler de zamanla kullanılmayınca unutulur ve tarih sahnesinde ki yerini alır. Oysaki kelimeler de bize aynı zamanda toplumda var olan “değer yargılarını” yansıtmaları bakımından önem arz etmektedir. Bu anlamda kolay kolay unutulmamalı, unutturulmamalı sözlüklerde muhafaza edilmelidir.

Her dilin içinde bir de “şive” veya “ağız” farlılıkları vardır ki, bunlarda aslına bakılırsa “Bölge” ve “Bölge Halkı” hakkında bazı bilgiler ihtivâ etmektedir. Dolayısıyla “bir milletin değer yargılarını yansıtan” dil, ne kadar önemliyse değer yargılarının doğru tespiti için de “şive/ağız”a vâkıf olmak bir o kadar önemlidir. Bu mânada Ahıskalı Türklerin de bugüne kadar muhâfaza ettikleri kendilerine özgü “şiveleri” veya daha özel bir ifadeyle diyecek olursak “ağızları” vardır. Bu da onların menşelerini aksettirmesi açısından önem arz etmektedir. Zira bugün Ahıska şivesi dediğimiz zaman, ilk önce “Posof, Ardahan, Artvin, Ardanuç” şiveleri akla gelmektedir. Bu kısmen doğrudur ama bununla sınırlı kalmaması icap eder ve bu yelpâzenin biraz da genişleyerek Erzurum’a kadar uzanması gerekir. Nitekim bugünkü “Ahıska/Azgur’dan Erzurum”a kadar uzanan bir coğrafya tarihte kısa adıyla “Atabegler Yurdu” olarak bilindiği bir gerçektir. Kıpçaklara mensup olmalarıyla birlikte, aynı coğrafyayı paylaşan toplumların da şive veya ağızlarının aynı olması gayet normaldir. Bu bağlamda Atabegler Yurdu’nun, bugünkü taksimatta Gürcistan sınırları içerisinde kalan Ahıska Bölgesi ve Ahıska Tarihi”yle doğrudan irtibatlı olduğu görülmektedir. Zira bugün Atabegler Yurdunu içine alan “Ahıska, Ahılkelek, Altunkale, Çıldır, Ardahan, Göle, Posof, Şavşat, Ardanuç, Oltu, Bardız, Nariman, Tortum ve Yusufeli” halkının konuştuğu Türkçe,  Kuman-Kıpçak Türkçesinin günümüzdeki tezâhürüdür. Ayrıca sarı saçlı, ak tenli, gök gözlü ve uzun boylu olan Kıpçakların, bugün de bölge halkının kumral tipinde yaşadığı birçok araştırmacı tarafından ifade edilmektedir.

Bütün bunlardan mülhemle Ahıska diyarı saf Kıpçak Bölgesi’dir demek ne kadar doğru bir yargı değilse, kırık dökük bilgilerden hareketle Kıpçakları yok sayarak Bölge’ye Oğuz Beldesi demek de bir o kadar ideolojik yaklaşım olur. Nitekim Gürcülerin “Atskuri” diye isimlendirerek hedef saptırmaya çalıştıkları “Ahıska Livâı’nın Azgur Sancağı”, adını Oğuzların “Yazır/Yazgur/Azgur” boyundan aldığı bilinmektedir. Başka bir ifadeyle Oğuz Destanlarında “Ahıska” isminin geçtiğini duyup “Oğuzların niçin bölgeye gittiğini göz ardı etmek” ise, mes’eleye sadece indî ve hissî yaklaşımla açıklanabilir. Zira bu gibi ideolojik yaklaşımların ise tarih ilminde yeri yoktur. Objektif tarih yazımı da olamayacağına göre, esas mes’ele, olası bir hatayı asgariye indirgemektir. Nitekim ehlince mâruftur ki, Oğuzlar bölgeye o dönem henüz Müslüman olmamış ve “kâfir/küffâr/kâfirîn” diye niteledikleri Kıpçaklarla savaş için gitmişlerdir. Dolayısıyla Kitâb-ı Dede Korkut’ta anlatılan olaylar, Müslüman Oğuzlar ve kuzey komşuları olan Hıristiyan Kıpçaklar arasında meydana gelen çeşitli mücadelelerden ibarettir. Zira destanda geçen ana konu da “Oğuz-Kıpçak Mücadelesi” ve kendi aralarında yaptıkları kardeş kavgasıdır. Bu sebeple yukarıda da ifade ettiğimiz gibi destanlarda “küffâr” veya “kâfirîn” diye zikredilenler daha çok Hıristiyan Kıpçaklardır. Bununla birlikte Kitâb-ı Dede Korkut’ta var olan hikâyelerin bir kısmı Oğuzların; Trabzon Rumları, Gürcüler/Kıpçaklar ve Abazalarla savaşlarının destanıdır. Eserde başta Kıpçak lehçesi olmak üzere diğer Türk boylarının dillerinden geçmiş bazı kelimelerin de yer aldığı bilinmektedir.

Netice itibariyle 1578’de Osmanlıların bölgeye gelmesiyle zamanla Müslümanlaşan “Kıpçak” boyunun, Oğuz boylarının arasına karışarak bir daha bu isimde bir topluluk görülmeyecek şekilde eriyip gittikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bugün bâkiyeleri olan Ahıskalı Türkler için, “Kıpçak ağırlıklı Kıpçak-Oğuz karışımı bir etnik grup (Ahıskalı Türk Topluluğu)” denilmesinin daha uygun olacağı kanaatindeyiz. İlaveten bölge halkına muhtemelki Kıpçaklara nispetle hâlâ “yerli” denilmesinin sebebi de bu mânada araştırılması gereken konulardandır. Zira bu yerli kavramı sadece Ahıska bölgesinde değil, târihî seyir içerisinde Ahıska’dan koparılmış, bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan ve tarihte kısa adıyla Atabegler Yurdu olarak bilinen “Kars, Ardahan, Artvin, Posof”ta da hâlâ kullanılmaktadır

Bozulmamış bir dil veya şive o milletin geçmişiyle ilgili bazı şifreleri de içinde barındırmaktadır. Zira bir millet veya toplum, dili var olduğu sürece varlığını devam ettirir. Dilin gitmesi ise “dinin, kültürün, gelenek ve göreneklerin gitmesi” demektir. Belki de bunun içindir ki “sürgünlerden sürgünlere sürülen” Ahıskalı Türkler, eski Sovyetler Birliğinin değişik bölgelerinde dağınık bir şekilde yaşasalar bile şive/dillerinden hiçbir zaman tâviz vermemişler, gittikleri her yerde “Ahıska Ağzı”nı koruma gayreti içerisinde olmuşlardır. Böylece kendi benliklerini, inançlarını, konuşma dilini, gelenek ve göreneklerini eksiksiz bir şekilde koruyabilmişleridir. Konumuzla ilgili olması açısından şu tespiti aktarmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle ki; meşhur filozoflardan Konfüçyüs’e sormuşlar: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Filozof’un cevabı konumuz açısından da önem arz etmektedir: “Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Zira dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler, işler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bil(e)mez. İşte bunun içindir ki dil, çok mühimidir!” der ve dilin, dilde kullanılan kelimelerin önemine vurgu yapar. Bununla bağlantılı olarak Ahıskalı aydınlardan Ömer Faik Numanzâde de; “Milletimizi sevmek için ibtidâ (ilk önce) dilimizi sevmeliyiz; hem de aşk ve muhabbetle sevmeliyiz ki, hiçbir şey ona engel olmasın. Sevgilerimizin en üst katına dil sevgisini çıkarmalıyız. Dil sevgisini millet sevgisinin başlangıcı bilelim. Dilimize en derin aşk ve sevgiyle sarılalım” diyerek bu hakikati bir daha haykırmıştır.

LEHCE-Yİ ERZURUM

İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde 1860’larda yazıldığı tahmin edilen ve Erzurum şivesini aksettiren Lehce-yi Erzurum” isimli bir Yazma Eser’in varlığını Prof. Dr. Fahrettin KIRZIOĞLU haber vermektedir. Yazmanın Erzurum’a dışarıdan gelen aydın bir zât tarafından derlendiği tahmin edilmektedir. Lehce-yi Erzurum” isimli yazmada var olan ve Erzurum şivesini yansıtan 386 söz, 1962’de Kırzıoğlu tarafından latınize edilerek bazı eklemelerle Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten dergisinde yayımlanmıştır. Eseri derleyip açıklayan Kırzıoğlu, Yazma hakkında Önsöz’de şu bilgilere yer vermektedir: “Eskiden ‘Darülfünun Kütüphanesi Yazmaları 986’ sayıda sırasını alan bu yazma, şimdi ‘Üniversite Kütüphanesi TY (Türkçe Yazmalar) 520’ sayıda bulunmaktadır. 8 yaprak tutan yazmanın başına Sabri Efendi tarafından: ‘Erzurum Lehçesi - Lügat. Nâzımı: Abdî-i Karahisarî’ diye kurşunkalemiyle bir ‘derkenar’ yazılmışsa da, bu bilginin nereden alındığına işaret edilmemiştir. Belki de bu yazar adı doğrudur. Erzurum’un ağzı gibi, iklimi ile yaşayışını da garipseyen yazarın, Erzurum ve Doğu Anadolu’ya uzakça bir bölgede yetiştiği, kendi anlatmalarından beliriyor.”

LEHCE-Yİ ERZURUM’DA AHISKA AĞZI

Biz bu çalışmamızla, Yazma’da var olan ve Ahıska Şivesi’nde de hâlâ kullanılmakta olan kelimeleri derleyerek bazı eklemelerle “alfabe sırasına” göre okuyucuların istifadesine sunacağız. Nitekim bu gibi halk sözlerini ihtiva eden yazmalardan hareketle karşılaştırmalı çalışmaların varlığı bilinen bir husustur. Ayrıca yaklaşık 160 yıl bundan önce derlenen bir yazmadaki kelimelerin, “ses bilgisi, şekil bilgisi ve söz dizimi” bakımından bugünkü “Ahıska Ağzı” ile benzerlik arz etmesi, hem Ahıskalıların Erzurumlular ile aynı coğrafyayı paylaşmasını hem de Ahıskalı Türklerin “din, dil ve örfleri” açısından târihî süreç içinde pek fazla değişmediğini göstermektedir. Bölge halkının kültüründen de bugün Ahıskalı Türkler ile Posof, Ardahan, Artvin, Ardanuç, Şavşat, Yusufeli, Tortum, Nariman/Narman ve Oltu” halkının aynı kökten geldiği ve aynı kültüre sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Tüm bunlarla birlikte yazmadaki kelimeler Oğuz Türkçesinden ziyade târihî Kıpçakça’nın özellikleri gözler önüne sermektedir. Sözlükteki kelimeler siyah ve bolt olarak verilmiş, insicâm ve orijinalliğin bozulmaması için de “h” harfi “x” ile verilmiştir.

AHA: İşte. Ahıska şivesinde de “aha” veya “ahan” şeklinde kullanılan kelimenin “işte burada” anlamını ihtiva eden “ahana” biçiminde kullanımı da vardır. Ayrıca “hah” da bu anlamdadır ve muhtemeldir ki, “ahan” ile irtibatlıdır ve “işte oldu” anlamına gelmektedir.

AHBUN/AXBUN: Gübre. Kırzıoğlu’na göre, Ermeni hizmetkârların ağzından geçme olup, yalnız sığır ile mandanın yaş tezek/tersine denir. Aslen Rumca “kopro” olan gübre ise, Rum hizmetkârlar vasıtasıyla dilimize geçtiği bilinmektedir. Kelime Ahıska ağzında “axbun” şeklinde aynı mânada hâlâ kullanılmaktadır.

BACA: Dam üstü. Eskiden evlerin üstü topraktan olduğu için, toprak dama açılan küçük kapıya da “baca kapısı” denirdi. Ahıska ağzında da aynı anlamda kullanılmaktadır. Laz otu diye bilinen “lâzut/mısır” vb. darılar da “baca”da kurutulurdu.

BIYH: Taaccüp etme. Ummadık veya beklenmedik bir hadise karşısında söylenen kelimenin, Ahıska ağzında “bıyh”la beraber “vui” şekli de vardır. Bununla beraber Azerbaycan şivesinde “bayy”, “baay” ve “bıyy” da kullanılmaktadır. Yine Ahıska ağzında “tüh/tüf” kelimesi vardır ki, bu ise pişmanlık anında kullanılan bir sözcüktür. Bir de günümüz Türkçe’de “bıyh” anlamını ihtiva eden “vay” sözcüğü vardır. Ki, bu da daha çok “âmân” sözüyle birlikte yine “taaccüp etme” emmâresi olarak “vay âmân!” şeklinde kullanılmaktadır.

BİBİ: Babanın kız kardeşi. Anadolu şivesinde daha çok “hala” diye kullanılan kelime, Ahıska şivesinde de “bibi” olarak bilinmektedir. “Hala” ise annenin kız kardeşidir. Kırzıoğlu’na göre, Farsça’da “ana” ve onun gibi “hürmete lâyık kadın, hatun” anlamında kullanılan “bîbî” de bununla irtibatlıdır.

CÜCÜK: Yavru kuş. Yazmada “yavru kuş” olarak geçen kelimenin doğrusu, “yalnız tavuk ve hindi soyunun yavrusu”dur. Anadolu şivesinde “civciv” olarak bilinen cücük, Ahıska şivesinde daha çok “tavuk” ile beraber “tavuk-cücük” şeklinde kullanılmaktadır. Yine Ahıska şivesinde var olan ve “civciv” için kullanılan “çuçul” sözcüğü de vardır.

ÇABUK: Çevik. Koşmak anlamında “çapmak”tan gelen kelime, Ahıska şivesinde daha çok “çapux” şeklinde ve aynı anlamda kullanılmaktadır. Ayrıca Ahıska şivesinde “ivedi”den olsa gerek “evedi” şeklinde bir kullanım da vardır.

ÇAPUT: Paçavra. Türkçe bir kelime olup “bez parçası, paçavra” anlamına gelmektedir. Bugün kısmen de olsa devam eden bir bidat şeklidir ki, “türbelere, keramet umulan ulu ağaçlara bağlanan bez parçasına” da “çaput” derler. Ahıskalı Türkler’de de çaput diye bilinen bu bez parçası, daha çok “polları” yani “evin iç kısmını” silmek için “pol ağacı” diye bilinen bir alete sarılır. Bununla birlikte Kırzıoğlu, İlhanlıların “para” olarak bir ara kullandığı resmî damgalı ipekli kumaş parçasının adı olan “çaw” ile bu sözü irtibatlandırmaktadır. Ona göre her ikisi de “kumaş kesiği” ve “çapılmış yani basılıp damgalanmış” anlamına gelmektedir. İran’da kullanılan basımevi/matbaa anlamındaki “çaphâne” ve basma yerine söylenen “çap etme” deyimi de “çaput” ile ilgilidir. Bu mânada yine Ahıskalılarca “atı koşarak yani çapar adım binmek” anlamında kullanılan “çap-ma”yı da, “atı yıpratma” mânasında bununla bağdaştırabiliriz. Bu kelime Kaşgarlı Mahmud’un “Dîvânü Lugâti’t-Türk” adlı esrinde “çapgut” şeklinde geçmekte ve “çaput, şilte” anlamını vermektedir. Ayrıca “çaput”, Anadolu Türk oymaklarından Karakeçililerin bir “oymak/aşiret ismi” olarak da bilinmektedir.

ÇEGİL: Tarlanın taşını cem etmek. Anadolu Türkçesinde “çakıl/çakıl taşı” şeklinde kullanılan sözcük, Ahıska şivesinde “küçük taşlar” anlamında “çegil” şeklinde hâlâ kullanılmaktadır. Zira Kırzıoğlu, bütün ev halkı ve bazen “imeci” yoluyla tarlalara gidip, taşları toplayıp, tarla içerisinde “öbek öbek” yığma işine “çegil etme”, ufak taş yığınlarına da yukarıda ifade ettiğimiz gibi “çegil” denildiğini vurgulamaktadır. Ahıska Bölgesi dağlık olduğu için tarla temizliği için yukarıdaki anlamda “çegil etme” işlemi olmuş mudur bilmiyoruz ama bugün “çegil”, daha çok yollara serilmek için kullanılan “küçük taşlar” mânasında kullanılmaktadır.

ÇERMİK: Ilıca. Anadolu şivesinde yeraltından gelen hem sıcak hem soğuk su anlamında “kaplıca” şeklinde kullanılan “çermük” sözcüğü, Ahıska şivesinde daha çok yeraltından çıkan “sıcak su” mânasında “çermük” olarak kullanılmaktadır. Kırzıoğlu, Ermenice’de de “cermüg/çermük” biçiminde kullanıldığını söylemektedir. Ayrıca Ahıska’nın Abastuban köyü çermikleriyle meşhur olduğu, Çermüklerin ise “mide hastalıklarına, uyuza, cilt kaşıntısı”na devâ olan kaplıcalar olduğu bilinmektedir.

ÇOR: Maraz/Hastalık. Bu kavram Ahıska şivesinde daha çok “kargış/bedduâ” anlamında “çôr” şeklinde hâlâ kullanılmaktadır. Hatta hikâyesi Ahıskalılarca bilinen, “Dert yesin çôr yesin, / Orta kokoy neney yesin” aldatmacasında bu anlamda kullanılmıştır. Bununla birlikte Kırzıoğlu, “salgın hayvan hastalığı”na Erzurum ve çevresinde “çor”, Çıldır ile daha doğusundaki Karapapak ve Terekemelerde ise “çer” denildiğini vurgulamaktadır. Ayrıca insan ve hayvan, kesik kesik öksürdüğü zaman “çôr değmiş” şeklinde bir kullanımda vardır. İlaveten “yukarı Kür ve Çoruh boyları” tabiriyle bilinen “Çor-uh” mefhumundaki “çor/çol” veya “cor/çor” ismi bir Kıpçak uruğunun ismi olup, yukarıda zikri geçen “Çoruh” bölgesi de ismini bu uruktan aldığı bilinmektedir. Ayrıca Kırzıoğlu, Orbelyanlar’ın merkez sancağı olan ve adını “cor/çor” denen Türk uruğundan alan “Çor/Cor Deresi”nin varlığından haber vermektedir.

DAVAR: Koyun. Kırzıoğlu’na göre; “eski Türkçe’de “t” ile “Tavar” şeklinde kullanılan “Davar” sözcüğü, bütün etlik ve yük hayvanına denirdi”. Rusça’da da “Tovar/Tovarnıy vagon (Товарный Вагон)” yük veya nakliye aracı şeklinde kullanılmaktadır. Zira “Ahıska/Tovarnıy Bölgesi” de ismini bu “Yük Vagonları”ndan almaktadır. Kaşgarlı’da da “mal, davar” anlamında “Tavar” şeklinde geçmektedir. Ahıska şivesinde de eski Türkçe’deki gibi “t” ile “Tavar” şeklinde ve sadece “koyun” için kullanılmaktadır. Ayrıca “davar/tavar” diye kullanılan bu sözcüğün Rusçası “баран/baran”dır ve Farsça’daki “yağmur” anlamına gelen “bârân” ile hiçbir ilgisi yoktur. Konuyu müşahhaslaştırma adına Ziya Paşa’nın şu vecizesini eklemek isteriz: “Bîbaht olanın bağına bir katresi düşmez, / Bârân yerine dürr-ü güher yağsa semâdan.” Yani; “Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa, talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez”.

EMİ: Amuca. Arapça’da “‘ammun” sözünden gelen bu kelime, Ahıska şivesinde de “amca” anlamında “emi” şeklinde hâlâ kullanılmaktadır.

ENİK: Yavru kelb/köpek. Aynı zamanda “arslan, kurt, kedi ve tilki gibi et yiyen yırtıcı ve evcil hayvanlar”ın yavrusuna da “enik” denilmektedir. “Tilki eniği kurd olmaz” atasözü buna emsâl teşkil etmektedir. Ahıska şivesinde daha çok “köpek yavrusu” anlamında “enük” şeklinde kullanılmaktadır. Ayrıca “ayı” ve “eşek” yavrusu “palax”, inek yavrusu “tana”, manda yavrusu ise “kotik” diye bilinmektedir.

ENİŞTE: Dâmâd. Aslen Farsça olan “dâmâd” sözü Erzurum’da “güveg” şeklinde de kullanılmaktadır. Ahıska şivesinde ise “enişte” şeklinde aynı anlamda hâlâ kullanılmaktadır. Hatta bununla ilgili olarak “Ne un kaldı ne erişte, / Kurtar bizi enişte” diye bir güzelleme de vardır. Terekeme/Terâkime/Karapapak/Karakalpak Türkleri ile Azerbaycan Türkleri “dâmâd” yerine daha çok “yezne/küreken” kullanımını tercih ederler. Ayrıca Ahıskalılar Erzurum’da kullanılan “güveg” tabirini “zifaf geçesi” için “güvegiye vermek” şeklinde kullanırlar.

ERİNMEK: Tekâsül eylemek. Yani üşenmek. Ahıska şivesinde “bir işi yapmak için üşengeç/tembel davranmak” anlamında hâlâ kullanılmaktadır. Hatta bu sözcükle ilgili olarak: “çağırılan yere erinme, çağırılmayan yerde görünme” diye bir atasözü de vardır.

EŞİK: Kapu/Kapı önü. “Kapı eşiği” aynı zamanda “büsbütün dışarı ve sokak anlamına” da kullanılmaktadır. Ahıska şivesinde sadece “kapı önü” için kullanılmakta ve “kapı eşiğine oturmanın iyi olmadığı” vurgulanmaktadır. Ayrıca “evin dışarıya doğru çıkmış bölümü” anlamında “balkon” veya “bala balkon” sözcükleri ise “eşiğin” biraz daha geniş şeklidir.

FENİK: Havf etme, bir şeyden korkma. Bu kelime Lehce-yi Erzurum”da her ne kadar “fenik” olarak geçse de, doğrusu “fenikme” veya “penikme” şeklindeki kullanımlardır. Bu sözcük “telâşlanma, ansızın karşılaşılan bir olay karşısında şaşırıp eli ayağı dolaşma, şaşkın şaşkın davranma” anlamlarını ihtivâ etmektedir. Ahıska şivesinde hayvanlar ve daha çok tavuk gibi kümes hayvanları için “fenilkti” şeklinde aynı anlamda hâlâ canlılığını korumaktadır. Diğerleri için daha çok “ürkme/ürkütme” tabiri kullanılmaktadır. Hatta bununla ilgili olarak sürü için “ürkütmezsen sayamazsın” diye bir kullanım da söz konusudur. Ahıskalıların komşusu Acaralı Türklerde “f” harfi “p”ye tebdîl ettiğinden bu sözcük “penikme” şeklinde de kullanılmaktadır. Nitekim bazı Ahıska köylerinde de böyle kullanım söz konusudur. Mesela Ahıska’nın “Sûr” köyü hâlâ “furun” ve benzeri sözcükleri “p” ile “purun” diye telaffuz etmektedirler. Kanaatimizce doğrusu budur. Zira Kıpçak-Kölemen Devleti olan Memluklular döneminde tarihî “Kıpçak Türkçesi” üzerine yazılan Arapça eserlerde “Kıpçakça kelimelerin” yazımında Arapça harfler kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla Arapça’da bazı sesler olmadığı için meselâ Kıpçakça “p” sesi Arapça “b” veya “f” harfi ile verilmiş, “ç” sesi ise “c” harfiyle yazılmıştır. Muhtemeldir ki yukarıda zikrettiğimiz “Ahıska” ve “Acara” bölgelerindeki kullanım farkı bununla yakından irtibatlıdır. Buna ilaveten eski Türkçe’de “f” ve “v” seslerinin olmadığı, onların yerini “p” ve “b” seslerinin aldığı ehlince bilinmektedir. Buna göre Oğuz boyuna mensup “Apşar/Abşar”lar bugün “Avşar/Afşar” diye bilinmektedir. Yine “kapı” veya “han kapısı” anlamına gelen ve aslen Farsça olan  “Darvâza” kelimesi, Ahıska şivesinde sadece “ büyük kapı” anlamında ve asıl Türkçeye uygun olarak “b” ile  “Darbâza” şeklinde bugün hâlâ kullanılmaktadır.

GÔR: Mezar. Farsça’da “kabir” anlamına gelen “gûr”dan gelmektedir. Eskiden kümbetli ve ziyaret sayılan kabirlere veya yatırlara “Gôrhana” denildiği bilinmektedir. Bu mânada Kırzıoğlu, Erzurum ve çevresinde yemin ifadesi olarak “babamın gôru hakkı çün” ibaresinin kullanıldığını vurgulamaktadır. Buna benzer bir ifade “Azerbaycan Türkçesi”nde de mevcuttur. Hatta “ezelden beri komşuyuz” anlamında “biz gôr komşusuyuz” kullanılmakta ve dahi “gôrlar hatırı vardır” gibi ibarelerinde kullanıldığı bilinmektedir. Yine Ahıska şivesinde kullanılan ve “kabir” anlamına gelen “gôr/gûr” sözcüğünün de bununla irtibatlıdır. Hatta “cimri birisi” için “dünya malı dünya’da kalır” anlamında “gôruna mı götüreceksin” diye bir kullanım da mevcuttur. Bu sözcükten mülhem birini zemmetmek için “gôr ba gôr” şeklindeki tabirde muhtemeldir ki bu sözcükle irtibatlıdır. Bununla birlikte “Köroğlu Destanı”nın Türkistan varyantında destanın kahramanı Köroğlu, kabristanda doğduğu için “kabir oğlu” anlamında “Gûroğlu” olarak geçtiği de bilinen bir gerçektir. Zira bu gibi isim verme şekline Türklerin şâheserlerinden “Dede Korkut Hikâyeleri” ve “Oğuz Kağan Destanı”nda da rastlamaktayız.

HE Mİ?: Öyle mi deyü sual etmek. “He” sözcüğü Ahıska şivesinde “evet, vardır” anlamında kullanılmakta “he mi?” soru edatı da aynı anlamda hâlâ kullanılmaktadır. Mesela: “Geliyorsun he mi?” sorusunda olduğu gibi.

HARMUT/XARMUT: Sıcak suyu soğuk su ile ılıştırmak. Türkçe “karmak” sözünden yapıldığını belirten Kırzıoğlu, şöyle devam etmektedir: “‘Harmıt’ da denir. ‘Karılmış, karışık’ anlamına gelen ‘mahlût’ yerinde de söylenir. İki soy suyu karıştırmaya ‘harmutlama’, arpa ile buğdayı karıştırıp öğütmeye de ‘kerdige’ deniyor.” Kelime Ahıska şivesinde “x” harfi ile “xarmut” şeklinde aynı anlamda bugün bile kullanılmaktadır. Ayrıca bununla kısmen irtibatlı olarak “ilıx” kelimesi de vardır. Dîvânü Lugâti’t-Türk”de “yılıg/ilıg” olarak geçen kelime, Ahıskalı Türklerce “kaynamamış su” mânasında “ilıkh/ilıx” şeklinde hâlâ kullanılmaktadır.

HİNGEL/XİNKAL: Makarina yemeği. Ahıskalılarca yemeklerin şahı olarak bilinmekte ve daha ziyade önemli misafir geldiğinde pişirilmektedir. “Kıyma, soğan, su, tere yağ, tuz, un” kullanılarak yapılan hinkallar, suda haşlandıktan sonra bir tabağa alınır sonrada soğanla beraber yakılmış tereyağı hinkalın üzerine serpilerek afiyetle yenir. Ayrıca “mantı” ve “lapata hinkalı” da vardır. El yazmanın müellifi hinkalı her ne kadar “makarina/makarna yemeği” diye tarif etmiş olsa da burada yanıldığı görülmektedir. Zira Atabegler Yurdu’nda hinkalın gelen itibariyle aynı olacağı kanaatindeyiz.

KAKA: Çocuk aldatmak için yemiş. Bugün bazı çevrelerce “kötü, çirkin (şey), pislik, büyük abdest” anlamında kullanılsa da Ahıska şivesinde de (çocuk dilinde) tatlı vb. şeyler için “kaka” kelimesi kullanılmaktadır. Çocuk dilinde olan ve “gaga” olarak da bilinen bu söz,  kuruyemişin eski Türkçe adı olan “kak” ile irtibatlı olması kuvvetle muhtemeldir. Zira “kak” da “armut” ve “alma kakı” kullanımında olduğu gibi eski Türk ve halk ağzında “kurutulmuş, kurumuş şey” anlamına gelmektedir.

KADAN ALSUN: Feda olayım. Kırzıoğlu, buradaki “kada” kelimesinin Arapça “ukazâ”dan geldiğini belirtse de doğru olanı Farsça’daki “qada”dır. Zira Farsça’da “qada”; “ağrı, bela, dert, musibet, felaket” anlamlarına gelmektedir. Aynı terkip Azerbaycan Türkçesi ve Ahıska şivesinde de “Qadan/Kadan alam” şeklinde ve “ağrını, acını ben alayım, derdini ben çekeyim” anlamında hâlâ kullanılmaktadır. Ayrıca “kadassi, kadasını alem” şeklinde kullanımları da vardır.

KARA-KURA: (Uykuda) ağırlık basmak. Halk arasında çok yemek yedikten sonra sindirmeden dolu mideyle yatınca olsa gerek ki, görülen korkunç rüya veya kâbusa “kara-kura bastı” denilmektedir. Mahiyeti tam olarak bilinmese de bugün bazı çevrelerce “karabasan” olarak bilinmektedir. Ahıskalılarca da “kara-kura”, “kara-kura bastı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.

KERTİ: Dâneden (tahıldan) bayat nesne. Kırzıoğlu, “kertimek” fiilinden geldiğini ifade ederek su ve bütün pişmiş yiyecekler için; “kerti-su”, “kerti-kavurga”, “kerti-çay”, “kerti-ekmek”, “kerti-yemek” şeklinde kullanıldığını belirtse de, Ahıska şivesinde sadece bayat ekmek için “kerti ekmek” şeklinde kullanım vardır.

KIÇ: Ayak. Azerbaycan Türkçesi ve Ahıska şivesinde de “bacak” anlamına da kullanılmaktadır. Eşya, behîme ve kümes hayvanlarının bacağı için de “kıç” sözcüğü kullanılır. Meselâ: “tavuk bir kıçının üzerinde durur”, “masanın bir kıçı kırık.” vb.

KURSAK: Mîde. Mîde Arapça, kursak eski Türkçedir. “Mîde; kuşun taşlığı” anlamına gelen Kursak, “kuşlarda ve bâzı hayvanlarda yemek borusunda şişkin bir kısım olarak bulunan ilk sindirim torbası” olarak bilinmektedir. Ahıskalılarca bu kelime “kursağı dönmek” şeklinde bir terkip olarak kullanılmaktadır. Hatta birisi çocuğu baş aşağı çevirdiği zaman “kursağı/mîdesi döner” şeklinde uyarılmaktadır. Ayrıca “kusmak” fiilinin “kursak” ile irtibatlı olabileceği kuvvetle muhtemeldir.

KÜNT: Yoğrulup pişmemiş etmek/ekmek hamuru. İstanbul ağzında “hamur topağı, pazı” anlamında“beze” olarak bilinen “künt” sözcüğü, Ahıska ağzında da “künt” şeklinde ve aynı anlamda kullanılmaktadır. El yazmanın müellifi “künt” için her kadar “yoğrulup pişmemiş etmek/ekmek hamuru” diye genel bir ifade kullanmış olsa da doğrusu, “pişecek ekmek hamuru veya kete, börek, çörek için hazırlanan her türlü un hamurunun” en büyüğünü bir avuçla topaklamaya “künt” denilmektedir. Ahıskalılarca ekmek pişirmek için hamuru avuçlayıp tavaya koymaya “tavalara künt almak” denir.

LAZUT: Mısır buğdayı. Daha çok toprağı dar olan Laz’ların, eskiden yedikleri darı yerine “mısır” yetiştirdikleri bilinmektedir. Dolayısıyla bunlara atfen “Laz Otu” denilmesinden bu isim neş’et etmiştir. Çoruh boyu ile Ahıska çevresinde mısır ekmeğine “cadu/cadi/çadi” deniyor. Iğdırlılar ve Azerbaycan Türkleri ise mısıra “kargı dalı/kamış dalı” diyorlar. Başta Erzurum olmak üzere Atabegler Yurdu’nda da “lazıt/lazut” mefhumu hâlâ kullanılmaktadır. Ahıskalılar da bugün “lazut” der. Lazıttan pişirilen ekmeğe de “çadi ekmeği” derler ve daha çok yoğurt ile beraber yenir.

NAHIR/NAXIR: Sürü. Yazmanın müellifi burada genel anlamda “sürü” ibaresini kullanmış olsa da Ahıska şivesinde “naxır”, daha çok “manda” ve “inek/sığır” sürüsü/topluluğu için kullanılmaktadır. Ayrıca “sürü” koyun ile keçinin, “yılkı/yılxı” ise atın topluluğuna denildiği bilinmektedir. Sürüyü otlatan çobana ise “naxırci” denilmektedir. Konuyla irtibatlı olarak Ahıskalılarca bilinen şöyle bir duâ da vardır:

“Axora (ahır) naxır,

Ambara taxıl (buğday).

Kalem kuşun (kırlangıç) yuvasi,

Budur sufra (sofra) duâsi.”

PİN: Kümes. Ahıska şivesinde de tavukların kümesi için “pin” sözcüğü kullanılmaktadır. Pin’in içinde tavukların dizildiği ağaçlara ise “tar/dâr” denilmektedir. Farsça bir kelime olan “dâr”, ağaç anlamına gelmekte ve dilimizdeki “darağacı” da bununla irtibatlıdır. Tar için “raf” anlamına gelen “terek” de kullanılmaktadır.

PİNTİ: Mezbelelik. İstanbul ağzında “eli sıkı (kimse), cimri, hasis” anlamına gelen “pinti” kelimesi, Erzurum lehçesinde olduğu gibi Ahıska şivesinde de “temiz olmayan, pis, elini-yüzünü yumaz/yıkamaz" anlamında kullanılmaktadır. Bu yüzden el yazmada da Arapça “zebl/zibil”den “mezbelelik” diye verilmiştir. Ayrıca “zibil” de Ahıska şivesinde “çöp” için kullanılmaktadır.

PİSİK: Kedi. Azerbaycan Türkçesinde “ş” ile “pişik” şeklinde kullanılmaktadır. Kırzıoğlu, bu ev hayvanı çağırılınca “pisi-pisi,” “pişi-pişi” ve kovulurken “pist” veya “pişt" denildiğinden, Türkçe halk ağzında bu şekilde anıldığını belirtmektedir. Ahıska şivesinde de “s” ile “pisik” şeklinde kullanılmaktadır.

PUÇ: Zâyi olup hiçe giden nesne. Ahıskalılar da zayi olmuş bir nesne için “puçi çıxti” derler. Hatta emeğinin karşılığını alamayanlar için; “altını tuç/tunç, emeği puç oldu.” diye bir kullanım da vardır. Ayrıca Ahıska şivesinde ineğin yavrusu için kullanılan “puçi” sözcüğü vardır ki, “puç” kavramı ile her hangi bir bağlantısı yoktur.

SEME: Deli, şaşkın kişi. Bu kelime Ahıskalılarca “tavuk” ibaresiyle birlikte “seme tavux” şeklinde ve “hakaret” anlamında kullanılmaktadır. Hatta ayakta zor duran hasta kümes hayvanları veya “şaşırıp kalmak” için “semelendi/semelenmek” sözcüğü kullanılır. Arapça “zehir” anlamına gelen “summ” ile irtibatlı olabileceği kuvvetle muhtemeldir.

TERMAŞ: Sahibi yok derbeder kimse. Sahipsiz, ölüden kalma, miras malı anlamına da söylenir. Ahıska şivesinde de “sahibi olmayan bir şey için” biraz da sitem ederek “bu termaş kimin?” şeklinde kullanılmaktadır.

TULUK/TULUX: Tulum. Ahıska ağzında sonu “x” ile “tulux” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. “Su tuluğu, peynir tuluğu, pekmez tuluğu, yağ tuluğu, yayık tuluğu” adlarında da geçer. Konuyla irtibatlı olarak mecazi anlamda; “insan dediğin kan tuluğudur.” diye bir atasözü de vardır.

YAVAN: Beyaz has etmek/ekmek. Kırzıoğlu, “aslında ‘katıksız’ yenilen ekmeğe ‘yavan’ denildiğini” belirtmektedir. Ahıska şivesinde de bu anlamda “yavan/yavan ekmek” denilmektedir. “Yağlı” tersi anlamında kullanılmaktadır. Ahıskalılar özellikle Ramazan’da Sahur için pişirdikleri “bazlama”yı (yufkanın biraz kalık şekli) yağlı veya “yavan” yaparlar. Hatta yemek konusunda seçici olmayan kimseler için “ne olsa yer” anlamında “yağlı-yavan aramaz” tabiri kullanılmaktadır.

YEGİN: Pek eyü olan nesne.  El yazmanın müellifi “yegin” sözcüğüne sadece nesne için “pek eyü/iyi olan nesne” diye anlam yüklemiş olsa da, Atabegler Yurdu’nda “pek becerikli ve eli çabuk, işini vaktinden önce görüp bitiren” kimse için kullanılan bir kavramdır. Ahıska ağzında da “maharetli, becerikli” anlamında hâlâ kullanılmaktadır. Ahıskalılar özellikle evlenecek kızlar ve gelinlerden “çok yegin kızdır, çok yegin gelindir” diye övgüyle bahsederler. Hatta bununla irtibatlı olarak “avradın yegini, güldürür/mutlu eder begini” diye halk arasında kullanılan bir atasözü de vardır.

YOLA VURDUM: Teşyî eyledim. Ahıska şivesinde de “yolculuğa çıkanı uğurladım, yolcu ettim” anlamında kullanılmaktadır. Ahıskalılarca kullanılan “yola vurmak” tabiri sadece “uzun yol için yolculuğa çıkanlara” değil, eve gelen bir misafiri “kapı eşiğine kadar yolcu etmek” için de bu tabir kullanılır. Bazı çevrelerce unutulmaya yüz tutmuş olsa da Ahıska geleneğinde bugün bile eve gelen misafir kapı eşiğine kadar hatta gideceği yola kadar uğurlanmaktadır. Uzun yol gidenin arkasından ise (hiçbir şeye takılmadan) “su gibi gidip, su gibi dönsün” diye “su” serpilmektedir.

ZORTUM-BOZUK: Keyfim yok. Bununla irtibatlı olsa gerek, Ahıska ağzında da “zort” sözcüğü vardır. Ahıskalılar keyfi bozuk birisinin üzerine gidip onu kızdırdıkları zaman (veya ona dert/sıkıntı verdikleri zaman) “zort vermek” tabirini kullanır. “Baba ne zort veriyersin/veriyorsun” ibaresinde olduğu gibi.

 

 KAYNAKÇA

ABÛ-HAYYÂN, Kitâb al-İdrâk li-Lisân al-Atrâk, 1. Baskı, haz., Ahmet Caferoğlu, Evkaf Matbaası, İstanbul 1931.

AKÇURA, Yusuf, Türk Yılı 1928, 1. Baskı, Türk Ocakları Merkez Heyeti, İstanbul 1928.

ALIŞIK, Gülşen Seyhan, “Köroğlu Destanının Gürcistan Yazması Üzerine Bir Değerlendirme”, Güney Kafkasya Halkları Dil-Tarih-Kültür İlişkileri Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Ordu Üniversitesi SBE, Ordu 2011.

ALİYEVA, Minara, “Ahıska Türklerinin Ağzında Atasözleri”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 12/2, 2001, ss. 585-590.

ARVAS, Abdulselam, “Soy Kökümüzün Esas Faktörü Ana Dilimizdir”, http://www.jasstudies.com/Makaleler/1448086084_arvasabdulselam.pdf, Erişim Tarihi (09.09.2021)

AYAN, Ergin, “Tarihin Sınırları”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/155429, Erişim Tarihi (12.09.2021)

AYDINGÜN, Ayşegül-AYDINGÜN, İsmail, Ahıska Türkleri; Ulusötesi Bir Topluluk-Ulusötesi Aileler, 1. Baskı, İnceleme Araştırma Dizisi, Ankara 2014.

Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti, 1. Baskı, Şerq-Qerb Neşriyat, Bakü 2006.

BAKİLER, Yavuz Bülent, Sözün Doğrusu 1, 22. Baskı, Yakın Plan Yayınları, İstanbul 2016.

BUGAY, Nikolay F., Sovyet Arşivlerine Göre Ahıskalı Türklerin Sürgünü, 1. Baskı, çev., Susanna Ayvaz, Berikan Yayınevi, Ankara 2021.

ÇALIŞKAN, İsmail, “20. Asırda Asya’da Din Politikaları: Çarlık Rusya ve Sovyetler Birliği Hâkimiyetinde Belirleyenler ve Belirlenenler”, Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya, 1. Baskı, Ed., Savaş Kafkasyalı ve diğerleri, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Ankara-Türkistan 2012.

ÇINAR, İkram, Atabek Yurdu: Jeokültürel Yaklaşım, 1. Baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2015.

ÇİTİL, Rıdvan, “Ahıskalı Ömer Faik Numanzade’nin Matbuat Hayatı-II”, http://www.ahiska.org.tr/wp-content/uploads/ah%C4%B1ska-32_7.pdf, Erişim Tarihi (09.09.2021)

DEDEOĞLU, Azad, Ahıska Bölgesi ve Kıpçak Atabegler Tarihi, 1. Baskı, Kitap Dünyası Yayınları, İstanbul 2021.

ERÖZ, Mehmet, Doğu Anadolu Hakkında Sosyo-Kültürel Bir Araştırma, 1. Baskı, Baylan Matbaası, Ankara y.y.

GÖKBEL, Ahmet, Kıpçak Türkleri, 1. Baskı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000.

KÂŞGARLI Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk (Çeviri), 5. Baskı, çev., Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2006.

KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, “Lehce-i Erzurum’ Yazmasındaki Halk Sözleri”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1962.

______________, Dede-Korkut Oğuznâmeleri, 1. Baskı, Burhanettin Erenler Matbaası, İstanbul 1952.

______________, Osmanlıların Kafkas-Elleri’ni Fethi (1451-1590), 1. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993.

______________, Yukarı-Kür ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar, 1. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992.

Kitâb-ı Dedem Korkud alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân, Sächsische Landesbibliothek Staats Und Universitätsbibliothek Dresden, Ea., 86, No; 46.

KUKULOV Tahircan-KUKULOV Mevlud, Ahıska Türklerinin Sözlüğü, 1. Baskı, Elm ve Tahsil Neşriyat, Bakü 2014.

KUUN, Comes Geza, Codex Cumanıcus, 1. Baskı, Academıe Hung, Budapestını 1880.

LEYLAK, Mehmet Halil, Orta Asya ve Kafkaslar’da Türklerin Demografik Yapısı (XX. yüzyıl), 1. Baskı, Poyraz Ofset, Ankara 2000

NUMANZADE, Ömer Faik, Kafkaslar’dan İstanbul’a Hatıralar, haz; İrfan Murat Yıldırım, Fazıl Gökçek, Akademi Kitabevi, İzmir 2000.

ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, 2. Baskı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1983.

PELER, Gökçe Yükselen, “Tarihte Türk-Ermeni Temasları Sonucunda Ortaya Çıkmış Bir Halk: Ermeni Kıpçakları veya Gregoryan Kıpçaklar”, Turkish Studies, Volume 10/8 Spring 2015, Ankara 2015.

SEVİL, Hasan, “Kafkaslı Eğitimci-Yazar Ömer Faik Numanzade’nin Eğitim Hakkındaki Görüşleri ve Bu Alandaki Çalışmaları” (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi SBE, 2007)

ŞAKİROĞLU, Rahim, “Sosyal-Kültürel ve Dini Yönleriyle Azerbaycan'ın Saatlı İline Bağlı Şirinbey Köyü (Ahıska Türkleri Örneği)”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi SBE, 2016).

TELLİOĞLU, İbrahim, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler, 1. Baskı, Serander Yayınları, Trabzon 2004.

VELİHANLI, Naile, Arap Hilafeti ve Azerbaycan, 1. Baskı, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü 1993.

ZEYREK, Yunus, “Ahıska-Posof Ağzı ile Dede Korkut Boylarında Ortak Sözler-I”, Bizim Ahıska; Üç Aylık Kültür Dergisi, Yıl 12, Sayı 42, Ankara 2016.

______________, “Ahıska-Posof Ağzı ile Dede Korkut Boylarında Ortak Sözler-II”, Bizim Ahıska; Üç Aylık Kültür Dergisi, Yıl 12, Sayı 43, Ankara 2016.

______________, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, 1. Baskı, Pozitif Matbaacılık, Ankara 2001.

 

NOT: Makale, Yunus Zeyrek Armağanı'nda yayımlanmıştır. Makaleye erişim: “Lehçe-yi Erzurum’da Ahıska Ağzı”, Yunus Zeyrek Armağanı, ed., Minara Aliyeva Çınar, Astana Yayınları, Ankara 2021, ss. 270-284.