“Ankara–Tiflis İttifakı Gürcistan’ı ‘Kara Günler’e mi Götürüyor? Gerçekten Ne Kadar Kara?”
Ahmed ASLANOV
12 Ağustos 2025’te Ankara’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Gürcü mevkidaşı Mikheil Kavelashvili arasında gerçekleşen görüşme sonrasında Gürcistan medyasında özellikle muhalif çevrelerin manşetlerinde dikkat çeken bir ifade yer aldı: “Ankara–Tiflis ittifakı, Gürcistan’ın karanlık geçmişini geri getiriyor”. Bu ifade, salt bir politik tepki olmanın ötesinde, derin bir tarihsel hafızaya gönderme yapıyor. Peki bu “kara günler”den kasıt nedir? Görünüşe göre burada kastedilen, Gürcistan’ın bazı bölgelerinin, özellikle de Ahıska’nın, Türk dünyasıyla yoğun ve sıkı ilişkiler içinde olduğu dönemdir. Ancak hemen sorulması gereken soru şudur: Neden bu dönem “kara vakit” olarak adlandırılıyor? Ve gerçekten bu dönem, anlatıldığı gibi bir “karanlık çağ” mıydı? Gelin buna beraber bakalım.
Bu tartışmayı anlamak için öncelikle Ahıska halkının tarihsel belleğini, kültürel kimliğini ve Osmanlı dönemine dair anlatıların hangi kaynaklardan beslendiğini irdelemek gerekir. Bu noktada, kimi zaman objektiflikten uzak kaynaklara bakacak olursak, Osmanlı'nın bölgedeki hâkimiyetini gerçekten de bir karanlık çağ olarak görmek mümkündür. Örneğin, Latifşah ve Klara Barataşvili’nin kaleme aldığı “Мы Месхи!”-“Biz Meshiyiz!” kitabı, dönemi ekonomik ve kültürel kısıtlamaların yoğun olduğu bir süreç olarak betimler. Eserde, şarap üretimi, domuz yetiştiriciliği ve bu ürünlerin ticareti gibi gelir getirici faaliyetlerin yasaklandığı ve bunun sonucunda halkın refah düzeyinin keskin biçimde düştüğü ileri sürülmektedir.
Fakat tarihsel belgeler bu anlatıyı bütünüyle doğrulamamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu, yeni fethedilen bölgelerde dahi gayrimüslimlere şarap üretimini, satışını veya tüketimini yasaklamamış; bu yasak yalnızca Müslüman nüfus için geçerli olmuştur. Osmanlı hâkimiyetinin başlamasıyla Ahıska bölgesi İslam dünyasıyla daha derin bir kültürel ve ticari etkileşim içine girmiş, halkın bir bölümü dini hassasiyetleri sebebiyle kendi iradeleriyle bazı üretim alışkanlıklarından vazgeçmiştir. Ancak bu durum, tüm halkın ekonomik olarak çöküşe sürüklendiği anlamına gelmemektedir.
Nitekim Osmanlı maliye kayıtlarında görülen “müskirat resmi” adı verilen vergi, gayrimüslimlerin şarap üretim ve ticaret faaliyetlerinden elde edilen gelir üzerinden alınmış ve bölge ekonomisinin canlı kalmasına katkı sağlamıştır. Dolayısıyla Osmanlı'nın Ahıska’da ekonomik hayatı kısıtlayarak refahı azalttığı yönündeki iddia, mevcut verilerle tam olarak örtüşmemektedir. Dahası, eğer Ahıska gerçekten büyük bir şarap üretim merkezi olsaydı, Osmanlı sonrası dönemde bu geleneğin izlerine daha net biçimde rastlanması beklenirdi. Ancak bugün bölgede böyle bir tarihsel mirasın izleri oldukça sınırlıdır. Bu bağlamda “kara günler” ifadesinin, tarihsel gerçeklerden çok, bir dönemin sembolik ve duygusal yükünü temsil ettiği söylenebilir. Ahıska halkının tarihini anlamadan, bu yükü doğru değerlendirmek mümkün değildir. İşte bu nedenle tartışma, yalnızca Osmanlı'nın bölgeye etkisine indirgenmemeli; aynı zamanda bu anlatının nasıl ve neden üretildiği sorusu da ele alınmalıdır.
Ahıska'nın Osmanlı idaresindeki dönemi, tek boyutlu bir baskı ve yasaklar dönemi olarak tanımlanamayacak kadar karmaşık ve çok katmanlıdır. Osmanlı kayıtlarında bölge, 1578’deki Çıldır Seferi ile imparatorluğa katılmış ve bu tarihten itibaren hem idari hem kültürel bir dönüşüm süreci yaşamıştır. Bu dönem, Gürcü milliyetçi yazarların bir kısmı tarafından "ekonomik kısıtlama ve dini baskı" dönemi olarak nitelendirilse de, Osmanlı arşivleri ve Avrupalı seyyahların gözlemleri farklı bir tablo sunmaktadır.
Özellikle 18. yüzyıl, Ahıska'nın ekonomik ve kültürel açıdan yükselişe geçtiği bir dönem olarak öne çıkıyor. Osmanlı vakıf sistemi, bölgede medreselerin, kütüphanelerin, hamamların ve camilerin inşasını desteklemiş; bu kurumlar sadece dini değil, aynı zamanda sosyal ve eğitimsel işlevler de üstlenmiştir. Seyyah Evliya Çelebi, Ahıska'yı ziyaretinde şehrin canlı çarşılarından, misafirperver halkından ve çokkültürlü yapısından söz eder. Bu gözlemler, halkın ekonomik faaliyetlerini sürdürebildiğini, şehirde üretim ve ticaretin canlı olduğunu göstermektedir.
Osmanlı'nın uyguladığı vergi politikaları da bölge halkının üretim faaliyetlerini tamamen engellemediğini ortaya koymaktadır. Gayrimüslimlerden alınan müskirat resmi (şarap vergisi) ve haraç, çoğu zaman bölgesel üretimin devamlılığını gösteren kayıtlarla desteklenmektedir. Bu vergiler, Osmanlı maliyesi için önemli gelir kalemlerinden biri olarak korunmuş, dolayısıyla şarap üretimi ve ticaretinin kesintiye uğramadığı anlaşılmıştır.
Bununla birlikte Osmanlı döneminin yalnızca ekonomik ve mimari gelişimlerle değil, aynı zamanda belirgin bir kültürel canlanmayla da anılması gerekir. Âşık edebiyatı bu dönemde Ahıska’da kök salmış, sözlü şiir geleneği Osmanlı kültürünün yerel motiflerle harmanlanması sayesinde zenginleşmiştir. Bölgeye özgü türküler, hikâyeler ve destanlar bu yıllarda biçimlenmiş, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Ve bütün bu tabloya rağmen, kimi çevrelerin “karanlık çağ” diye nitelendirdiği bu dönem için, ironiye varan bir şekilde söylemek gerekirse: Evet, gerçekten “Kara Günler”miş…